

Barış sadece silahların susması değildir. Nadir fırsatın eşiğindeyiz. Süreç iyi yönetilirse hem barış hem nitelikli demokrasi getirebilir. Fotoğraf Kuzey Irak’ta, şimdi silah bırakmaları beklenen PKK militanlarını gösteriyor.
Barış, silahların susmasıyla başlar ama orada sona ermez. Gerçek barış, zihinlerdeki hendekleri ve kalplerdeki mayınları da temizlemeyi gerektirir.
Bir zamanlar dağların sessizliğini değil, çatışmaların yankısını dinlerdik. Güneş, doğunun dağ köylerine ağıtlarla doğar; batının büyük şehirlerinde ise güvenlik bariyerlerinin gölgesine batardı. Türkiye, yaklaşık yarım asırdır süren bu kanlı döngüde yalnızca insan hayatlarını değil; potansiyelini, toplumsal enerjisini ve ruhsal bütünlüğünü de yitirdi.
Bugün, bu uzun ve sancılı sürecin ardından tarihin bize sunduğu nadir fırsatlardan birinin eşiğindeyiz: PKK’nin kendini feshettiğini ve silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini açıklaması, yalnızca bir örgütün değil, bir zihniyetin, bir dilin ve bir çağın da kapanmakta olduğunu haber veriyor.
Bir yorgunluğun anatomisi
Kırk yılı aşan bu çatışma süreci, yalnızca Türk-Kürt ilişkilerini değil, Türkiye’nin demokratik ve ekonomik yapısını da derinden sarstı. 1984’te Eruh’ta atılan ilk kurşunla başlayan bu çatışmalar on binlerce can aldı, milyonları yerinden etti, yüz milyarlarca doları güvenlik harcamalarına hapsetti.
Ama asıl kayıp; birlikte yaşama iradesinin zedelenmesi, kuşaklar arası güvensizlik ve toplumsal barışa olan inancın aşınması oldu. Bugün bu kapanan defteri yalnızca geçmişin yükü olarak değil, geleceğe dair sorumlulukların da başlangıç noktası olarak okumalıyız.
Sadece örgütsel dönüşüm mü?
PKK’nin açıklaması, yüzeyde yalnızca silahlı bir hareketin sonu gibi görünse de satır aralarında daha derin bir örgütsel kimlik değişimi ve ideolojik yeniden konumlanma sinyalleri veriyor. Bu açıklama aslında üç hedef kitleye sesleniyor:
- Devlet ve uluslararası aktörlere: Silahlı mücadele sona erdi; siyasi aktör olarak tanınma talebi.
- Kürt halkına: Mücadele biçim değiştiriyor ama bitmiyor mesajı.
- Kendi kadrolarına: Yeni bir döneme geçiş zorunluluğu, ancak ideallerin sürdüğü beyanı.
Zamanlama da manidar: Kürt meselesinin jeopolitik önemi azalırken ve Türkiye içeride yeni bir anayasa ile normalleşme sürecine yönelirken bu açıklamanın gelmesi, kimileri için bir taktiksel geri çekilme, kimilerine göreyse yeni bir örgütsel evrimin habercisi.
IRA, ETA, FARC gibi örneklerde gördüğümüz üzere, fesih kararları her zaman kesin sonlar ya da barış anlamına gelmez. PKK’nin ardıl yapılarla, diaspora hareketleriyle veya bölgesel uzantılarıyla etkisini sürdürüp sürdürmeyeceği, bu sürecin gerçekliğini test edecek temel unsurlardan biri olacaktır.
Temkinli iyimserlikten stratejik adımlara
Bu gelişme ne mutlak bir başarı ne de bir teslimiyet olarak okunmalı. Aksine, uzun bir çatışmanın ardından gelen “soğuk barış” dönemine sağduyulu ve kararlı bir stratejiyle yaklaşılmalı. Atılması gereken temel adımlar şöyle özetlenebilir:
1- Siyaseti normalleştirmek, dili yumuşatmak: Kutuplaştırıcı değil, birleştirici bir dil inşa edilmeli. Ortak bir gelecek vizyonu etrafında ulusal birlik duygusu pekiştirilmeli.
2- Kürt vatandaşlara eşit yurttaşlık teminatı: Yeni anayasa ile kültürel haklar anayasal güvenceye kavuşturulmalı; asimilasyoncu yaklaşımlar tarihe gömülmeli. Bu haklar bireysel düzeyde tanınmalı, ayrıcalık üretmemelidir.
3- Güvenlikten taviz vermeden entegrasyon: Silah bırakmış kadroların rehabilitasyonu için etkili programlar oluşturulmalı. Almanya’nın RAF ya da Kolombiya’nın FARC tecrübeleri bu noktada dikkatle incelenmeli.
4- Süreci siyasallaştırmak ve Parlamento zeminine taşımak: TBMM, sürecin asli zeminidir. Tüm siyasi partilerin, sivil toplumun ve yerel aktörlerin sürece katılımı şeffaf ve çoğulcu şekilde sağlanmalıdır.
Barış: Yeni bir Türkiye mümkün
Barış, yalnızca bir devlet politikası değil; bir medeniyet tercihi ve toplumsal irade beyanıdır. Lozan ve 1924 Anayasası’na meydan okuyan PKK’nin ne söylediğinden çok, barış isteyen ve birlikte yaşama arzusu taşıyan milyonlarca Kürt vatandaşımızın ne dediği önemlidir.
Üniter yapı içinde çokluk, merkezi devlet içinde yerel katılım, hukuk devleti içinde toplumsal barış mümkündür.
Türkiye bugün tarihi bir eşikte duruyor: Silahların sustuğu, kimliklerin çatışmadığı, farklılıkların zenginlik sayıldığı bir gelecek mümkün. Bu yalnızca Kürt meselesiyle ilgili değil; Türkiye’nin demokrasi, ekonomi, güvenlik ve küresel itibar meselesidir.
Bu yol kolay değil. Sabır, vizyon ve ehil kadrolar gerektirir. Ancak doğru yönetilirse, yalnızca bir terör sorunu değil; aynı zamanda bir kimlik krizi, ekonomik yük ve demokratik açığın çözümü olabilir.
Barış teslimiyet değil, cesaret işidir.
Barış zafer değil, ortak iradedir.
Barış korkusuz yüzleşme ve birlikte yaşama kararlılığıdır.
Ve barış, en çok da bu topraklarda birlikte yaşamak isteyenlerin onurlu tercihidir.